TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu... Kani Torun: Türkiye'nin mülteci krizlerini önlemek için bulunduğu girişimler yetersiz kalıyor

TAKİP ET

Gelecek Partisi Bursa Milletvekili Kani Torun, TBMM'de Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki Dışişleri Bakanlığı bütçe görüşmelerinde, İsrail ile ticaretin devam ettiği iddialarına ilişkin, 'Kimse bize Gazze'de yaşanan soykırım sırasında bu ani ticaret artışının normal olduğunu anlatmaya kalkmasın. Filistin'deki işbirlikçiler aracılığıyla bu mallar oradan İsrail'e gönderiliyor' ifadelerini kullandı. Torun ayrıca, 'Suriye İç Savaşı'ndan en çok yara alan bölgelerden olan İdlib'in istikrarsızlığı, Türkiye'ye yönelik göç dalgalarını artırma potansiyeline sahiptir. Türkiye'nin sınır güvenliğini korumak ve mülteci krizlerini önlemek amacıyla bulunduğu girişimler yetersiz kalmaktadır' dedi.

(TBMM) - Gelecek Partisi Bursa Milletvekili Kani Torun, TBMM'de Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki Dışişleri Bakanlığı bütçe görüşmelerinde, İsrail ile ticaretin devam ettiği iddialarına ilişkin, “Kimse bize Gazze’de yaşanan soykırım sırasında bu ani ticaret artışının normal olduğunu anlatmaya kalkmasın. Filistin’deki işbirlikçiler aracılığıyla bu mallar oradan İsrail’e gönderiliyor” ifadelerini kullandı. Torun ayrıca, “Suriye İç Savaşı’ndan en çok yara alan bölgelerden olan İdlib’in istikrarsızlığı, Türkiye'ye yönelik göç dalgalarını artırma potansiyeline sahiptir. Türkiye’nin sınır güvenliğini korumak ve mülteci krizlerini önlemek amacıyla bulunduğu girişimler yetersiz kalmaktadır” dedi.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği (AB) Başkanlığı, Türk Akreditasyon Kurumu’nun 2025 yılı bütçe, kesin hesap ve Sayıştay raporları ile AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı Sayıştay raporu görüşmeleri başladı.

Saadet-Gelecek Grubu adına konuşan Gelecek Parti Bursa Milletvekili Torun, şunları kaydetti:

“Gazze’de yaşananlara karşın Türkiye’nin söylem ve eylemde ayrışan tutumunu düzeltmesi gerekmektedir. Ticaret Bakanlığı, 2 Mayıs 2024'te İsrail ile tüm ticari ilişkilerin durdurulduğunu duyurmuş ve İsrail hükümeti Gazze'ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verene kadar bu tedbirlerin kararlılıkla uygulanacağını belirtmiştir. Bu kararın ardından Türkiye'nin Filistin'e yönelik ihracatında dikkat çekici bir artış yaşanmıştır.

Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerine göre, Temmuz 2024'te Filistin'e yapılan ihracat, bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla yüzde bin 180 artarak 119,7 milyon dolara ulaşmıştır. Bu artış, özellikle demir-çelik ve çimento gibi inşaat malzemelerinde yaşanmıştır. Demir-çelik ihracatı yüzde 51,756, çimento ihracatı ise yüzde 453,680 oranında yükselmiştir. Kimse bize Gazze’de yaşanan soykırım sırasında bu ani ticaret artışının normal olduğunu anlatmaya kalkmasın. Filistin’deki işbirlikçiler aracılığıyla bu mallar oradan İsrail’e gönderiliyor. Bu konu Meclis'te her konuşulduğunda bir iki tane metin ve ezber sloganlar ile cevap verilmektedir. Bu ticareti limanlarda protesto eden genç kardeşlerimiz hem sert muameleler görmekte hem de gözaltına alınmaktadır.

“Komşularımızla sorunlarımızı gerçekçi çözümlerle sona erdirmeliyiz”

ABD’de yapılan seçimden sonra yeni kabinenin nasıl isimlerden meydana geldiğini hepimiz görüyoruz. Bu kabine şüphesiz İsrail’e olan desteği artıracaktır. Bu kabine Netanyahu’nun bölgesel arzularını teşvik ederek ateşi Suriye ve İran’a sıçratmak isteyebilir. Bu yüzden de elimizi çabuk tutmalı gerilimin tırmanmasına, yeni çatışma bölgelerinin oluşmasına izin vermemeliyiz. Bunun için komşularımızla olan sorunlarımızı gerçekçi çözümlerle sona erdirmeli bölgesel barışın tesisinde öncü rol oynamalıyız.

Türkiye Orta Doğu bölgesinde sınırlar değişmeden sınırları anlamsız hale getirecek ticari, kültürel ve insan hareketlerini serbestleştiren Avrupa Birliği benzeri bir ekonomik ve bilahare siyasi bir birlik kurarak bölgede operasyon yapmak isteyen İsrail benzeri yapıları etkisiz kılabilir.

“Türkiye’nin Suriye’de kontrol ettiği bölgelerde daha dikkatli bir politika güdülmeli”

Suriye İç Savaşı’ndan en çok yara alan bölgelerden olan İdlib’in istikrarsızlığı, Türkiye'ye yönelik göç dalgalarını artırma potansiyeline sahiptir. Türkiye’nin sınır güvenliğini korumak ve mülteci krizlerini önlemek amacıyla bulunduğu girişimler yetersiz kalmaktadır. Bu bölgede kamu düzeninin sağlanması için çalışırken toplum içindeki Türkiye algısına, bölge halkının ülkemize karşı tutumuna dikkat edilmelidir. Ayrıca Türkiye’nin Suriye’de kontrol ettiği bölgelerde daha dikkatli bir politika güdülmeli ve buradaki bazı grupların Türkiye’yi kullanıp buraları kanunsuz birtakım işlerin merkezi haline getirmesini önlemeliyiz. Bu grupların ülkemizin imajını zedelemesine müsaade edilmemelidir.

Bu bölgede aktif çatışma alanı olan Ukrayna son günlerde Biden’ın uzun menzilli füze kullanımına izin vermesiyle muhtemel bir nükleer savaşın merkezi olabilir. Türkiye burada uyguladığı doğru politikayı devam ettirmeli ve bölgede savaşın genişlemesi ihtimaline karşı barışı güçlendirici adımlar atmalıdır. Doğu Türkistan’da Uygurlara yönelik Çin yönetiminin yaptıkları konusunda daha kararlı bir politika yürütülmelidir. Yeni ABD başkanı Trump’ın Çin’e karşı uygulayacağını söylediği sert politikalar bu durumu nasıl değiştirecek göreceğiz.

Dile getirdiğim bölgesel endişelere yönelik alınacak önlemler içinde bölgesel barış için atılacak adımlar ve diplomatik süreçlerle birlikte hukuk ve insan hakları konusunda yapılacak yapısal reformlar da büyük önem arz etmektedir. Bu kapsamda Türkiye’nin AİHM kararlarını tanımayan, Avrupa Birliği’ne üyeliğin hızlandırılması konusunda adım atmayan, Avrupa Konseyi tarafından yapılan ciddi eleştirilere muhatap olan bir ülke profili çizmesi endişe vericidir.

Kavala ve Demirtaş konusundaki tutum ülkemizin uluslararası prestijini olumsuz etkiliyor”

Türkiye AİHM’in zorunlu yargı yetkisini erken dönemde kabul ederek uluslararası hukuk standartlarına olan bağlılığını ilan etmiştir. Ancak özellikle son yıllarda çıkan bazı kararlara uymama konusunda ısrarlı olduğunu görüyoruz. Özellikle Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş konusundaki tutum ülkemizin uluslararası prestijini olumsuz etkilemektedir. Avrupa Konseyi ile ilişkilerin derinleştirilmesi ile Türkiye hem bölgesel hem de küresel anlamda daha güçlü bir konum elde edebilir. İlişkilerin sorunlu ilerlemesinde öne sürülen milli güvenlik, terör, iç siyasete müdahale gibi konular bilakis evrensel insan hakları kurallarının iç hukukumuzla entegre olduğu ölçüde çözülecektir.

Birkaç ay önce yapılan düzenlemede Genel Müdürlük sayısı artırıldı. Hedef, daha fazla hizmet biriminin yoğunlaşmayı, yoğunlaşmanın da o alanda uzmanlaşmayı getirmesiydi. Merkezde bu plan bir nebze olsun geçerli olabilir ancak sahada uzmanlaşmayı hayata geçirecek adımın bu olmadığını ifade etmek isterim. Sahada çalışan arkadaşlarımızın görev değişimleri yaşam standartlarına göre düzenlenen sistem ile yapılmaya devam etmektedir.

Kurum dışından yapılan bazı atamalarda Büyükelçiliğin bir hediye gibi taltif edilmek istenenlere dağıtılması işlemine bir son verilmesi gerektiğini düşünüyorum.”